Neler yeni
HukukiSözlük.com

Ücretsiz bir hesap oluşturarak hemen üye olun! Üye girişi yaptıktan sonra, bu sitede kendi konu ve gönderilerinizi ekleyerek tartışmalara katılabilir, ayrıca özel mesaj kutunuzu kullanarak diğer üyelerle iletişime geçebilirsiniz. Böylece tüm forum özelliklerinden tam olarak yararlanabilir ve deneyiminizi dilediğiniz gibi özelleştirebilirsiniz!

İstanbul Sözleşmesi nedir? Neden iptal edilmiştir?

hukukisozluk

Yönetim
Personel

İstanbul Sözleşmesi Nedir?​

İstanbul Sözleşmesi, Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan ve tam adı “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan uluslararası bir metindir. Kadınlara yönelik şiddeti önlemeyi, mağdurları korumayı ve failleri cezalandırmayı amaçlayan sözleşme, çok boyutlu bir hukuki çerçeve sunar. 2011 yılında İstanbul’da imzaya açıldığı için “İstanbul Sözleşmesi” adıyla anılır. Bu sözleşme, kadın haklarının uluslararası alanda korunması ve geliştirilmesi bakımından önemli bir kilometre taşı olarak kabul edilir. Aynı zamanda, aile içi şiddetle mücadelede devletlere kapsamlı yükümlülükler yükleyen, denetim mekanizmalarıyla desteklenmiş bağlayıcı normlar getirmiştir.

1741465248521.webp

Genel Kapsam​

İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddeti önlemenin yanı sıra, mağdurların korunması için devletlerin atması gereken adımları düzenler. Sözleşmede yer alan “kadın” kavramı, 18 yaşından büyük kadınların yanı sıra kız çocuklarını da içerecek şekilde geniş bir perspektifle ele alınır. Bu metin, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasının kadın hakları alanındaki en temel gerekliliklerden biri olduğunu savunur ve taraf devletlere çeşitli sorumluluklar yükler.

Temel İlkeler ve Yaklaşım​

İstanbul Sözleşmesi’nde yer alan yaklaşım, kadına yönelik şiddeti bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olarak tanımlar. Sözleşmenin en önemli özelliklerinden biri, “ev içi şiddet” ya da “özel alan” kavramını sadece fiziksel saldırıdan ibaret görmemesi, bunun yanında psikolojik baskı, ekonomik kısıtlamalar, tehditler ve cinsel istismarı da içine almasıdır. Böylece, şiddet olgusunun çok yönlü bir şekilde ele alınması ve hukuki düzenlemelerin farklı şiddet türlerini kapsaması amaçlanır. Aşağıdaki unsurlar sözleşmenin temel ilkelerini özetler:

  • Toplumsal cinsiyet temelli şiddetin tanımlanması ve bu şiddetle mücadelede bütüncül politikaların benimsenmesi
  • Kadına karşı şiddeti önleme, mağdurları koruma ve failleri etkin soruşturma-yargılama süreçleriyle cezalandırma
  • Taraf devletlerin mevzuatlarını İstanbul Sözleşmesi’ne uyumlu hale getirme zorunluluğu
  • Bağımsız denetim organları aracılığıyla uygulamaların izlenmesi

Uluslararası Metinlerle Bağlantı​

İstanbul Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW) ve Avrupa Konseyi’nin diğer insan hakları sözleşmeleriyle paralel düzenlemelere sahiptir. Bu metin, özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve CEDAW’daki kadın haklarına ilişkin koruyucu standartları detaylandırır. Ayrıca, ulusal mahkemelerde ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) kadına yönelik şiddet vakaları değerlendirildiğinde, İstanbul Sözleşmesi’ndeki ilkelerin yol gösterici olduğu görülür. Çünkü sözleşme, taraf devletlerin pozitif yükümlülüklerini artırarak, kadınları koruma noktasında daha ileri adımlar atılmasını sağlar.

Tarihsel ve Hukuki Arka Plan​

İstanbul Sözleşmesi’nin hazırlanma süreci, 2000’li yıllarda dünya genelinde kadın hakları hareketlerinin güçlenmesiyle yakından ilişkilidir. Kadın örgütleri, insan hakları savunucuları ve uluslararası kuruluşlar, özellikle aile içi şiddet başta olmak üzere kadına yönelik şiddetin önlenmesi için uluslararası bağlayıcılığı olan bir metnin gerekliliğini savunmuştur. Bu çabalar, Avrupa Konseyi bünyesinde kapsamlı bir çalışma başlatılmasına yol açmıştır.

Hazırlık Süreci​

Avrupa Konseyi bünyesinde 2008 yılında oluşturulan bir komite, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet alanında tek bir kapsamlı sözleşme taslağı hazırlamakla görevlendirilmiştir. Bu komite çalışmalarında, mevcut uluslararası normların yanı sıra Avrupa Konseyi üyesi devletlerin deneyimleri ve mevzuatları incelenmiştir. Uzun müzakereler sonucunda 2011 yılında İstanbul’da düzenlenen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplantısında, hazırlanan metin imzaya açılmıştır. Bu süreçte özellikle toplumsal cinsiyet odaklı yaklaşımın sözleşme metnine yansıtılması dikkat çekici bir gelişme olarak kabul edilir.

Avrupa Konseyi’nin Rolü​

Avrupa Konseyi, insan haklarının korunması ve demokrasi ilkelerinin yaygınlaştırılması amacıyla kurulmuş uluslararası bir örgüttür. Kadın hakları da bu örgütün öncelikli çalışma alanlarından biridir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi birçok temel metni ortaya koyan Avrupa Konseyi, İstanbul Sözleşmesi ile kadın hakları alanındaki çerçevesini daha da genişletmiştir. Bu sözleşme, Konsey’in insan hakları temelli yaklaşımını ayrıntılı bir biçimde kadına yönelik şiddet konusuna uyarlayan ilk kapsamlı düzenlemedir.

Türkiye’nin İmza ve Onay Süreci​

Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ve parlamentosunda hızlı bir onay süreci başlatarak ilk onaylayan devlet konumundadır. 2012 yılında sözleşme yürürlüğe girerken Türkiye’de kamuoyunun genelinde, bu adımın kadına yönelik şiddetle mücadelede önemli bir milat olduğu düşüncesi hakimdi. Nitekim sözleşmenin hazırlanmasında İstanbul’da yapılan toplantıların etkisi ve Türkiye’nin ev sahibi konumunda olması da bu hızlı onay sürecinin arka planını oluşturmuştur. Ancak ilerleyen yıllarda sözleşmenin iç hukukta uygulanması ve toplumsal kesimler tarafından kabullenilmesi konusunda farklı görüşler ve siyasi çekinceler gündeme gelmiştir.

Ulusal Mevzuatla İlişki​

İstanbul Sözleşmesi’nin kabulüyle birlikte Türkiye’de 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” çıkarılmıştır. Bu kanun, sözleşmenin getirdiği yükümlülüklere uyum sağlamak amacıyla hazırlanmıştır. Koruyucu ve önleyici tedbir kararları, kolluk kuvvetlerinin yetkilendirilmesi, mağdurların destek hizmetlerine erişimi gibi konuları düzenleyen bu yasal çerçeve, İstanbul Sözleşmesi hükümleri doğrultusunda bir dizi yenilik içermiştir. Özellikle kadına yönelik şiddete dair tanım ve yaptırımların genişletilmesi, sözleşmenin iç hukuka aktarımında önemli adımlar olarak değerlendirilir.

Sözleşmenin Önemli Maddeleri ve Getirdiği Yenilikler​

İstanbul Sözleşmesi, taraf devletlere çok yönlü sorumluluklar yükleyen maddeler içerir. Bu sorumluluklar hem hukuki düzenlemeleri hem de toplumsal farkındalığı artırmaya yönelik politikalara öncelik verilmesini gerektirir.

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Vurgusu​

İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddeti toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir sonucu olarak değerlendirir. Bu nedenle, taraf devletlerin politikalarında kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olması, stereotiplerin ve ayrımcı uygulamaların ortadan kaldırılması, eğitim ve sosyal politikalar yoluyla eşitlik bilincinin yaygınlaştırılması gibi adımlar öngörülür. Şiddetle mücadelede sadece cezai yaptırımlara değil, aynı zamanda toplumsal dönüşüme de ağırlık verilmesi önemli bir yeniliktir.

Dönüştürücü Adalet Yaklaşımı​

Sözleşme, salt “cezalandırma” odaklı değil, aynı zamanda rehabilitasyon ve önleme önlemlerini de içeren bir yaklaşımı teşvik eder. Fail odaklı programlar, şiddet eğilimi gösteren bireylerin yeniden eğitilmesi ve toplumun şiddet üretme mekanizmalarına karşı direnç kazanması gibi konular, İstanbul Sözleşmesi’nin dönüştürücü adalet perspektifine örnek gösterilebilir. Böylece şiddet sorunu, aile içi bir mesele olmaktan çıkarılarak toplumun tüm katmanlarını ilgilendiren bir halk sağlığı ve insan hakları sorunu olarak ele alınır.

Bağımsız Denetim Mekanizması (GREVIO)​

İstanbul Sözleşmesi’nin getirdiği önemli yeniliklerden biri de denetim mekanizması olarak “GREVIO” (Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzmanlar Grubu) adında bağımsız bir izleme organının oluşturulmasıdır. GREVIO, taraf devletlerin sözleşme hükümlerini ne ölçüde uyguladığını incelemekle görevlidir. Devletlerden periyodik raporlar talep eder, sivil toplum kuruluşlarıyla görüşmeler yapar ve gerektiğinde ülke ziyaretlerinde bulunur. Hazırladığı raporlar sayesinde, eksiklikleri tespit ederek iyileştirici önerilerde bulunur.

GREVIO’nun Raporları​

GREVIO, Türkiye de dahil olmak üzere sözleşmeye taraf devletlerin durumunu değerlendirirken, yasaların uygulanmasındaki eksiklikler, bütçe ayrılması, kolluk kuvvetlerinin eğitimi gibi alanlarda eleştiri ve önerilerde bulunur. Bu raporların bağlayıcı niteliği olmamasına rağmen, Avrupa Konseyi üyeleri üzerinde siyasi ve ahlaki bir baskı unsuru yaratır. Devletlerin sözleşmeye uyum düzeyi, GREVIO raporlarıyla uluslararası kamuoyunun gündemine taşınır. Bu sayede ülkeler arası bir standartlaşma sağlama hedefi de desteklenir.

Suç Tiplerinin Genişletilmesi​

Sözleşme, kadına yönelik şiddet eylemlerinin birçok farklı biçimini tanımlar ve bunlara ilişkin suç tiplerini genişletir. Fiziksel şiddet, cinsel şiddet, taciz, takip, zorla evlendirme, zorla kısırlaştırma, kadın sünneti (female genital mutilation) gibi konular sözleşme kapsamında suç olarak düzenlenmiştir. Böylece taraf devletlerin yasal mevzuatlarında bu tür eylemler için açık hükümlerin yer alması zorunlu kılınır. Bu maddeler, ülkelere sadece cezai yaptırım uygulama zorunluluğu getirmekle kalmaz, aynı zamanda mağdurların hukuki sürece erişiminin kolaylaştırılmasını da öngörür.

Koruyucu Önlemler ve Destek Hizmetleri​

Sözleşme, devletlerin mağdurlara sağlayacağı koruyucu önlemleri detaylı şekilde düzenler. Sığınma evlerinin yaygınlaştırılması, 7/24 hizmet veren acil yardım hatlarının oluşturulması, mağdurun psikolojik ve hukuki destek alabileceği merkezlerin geliştirilmesi gibi hususlar, sözleşme metninde yer alan yükümlülükler arasındadır. Ayrıca, çocukların tanık oldukları şiddetten dolayı yaşayabilecekleri travmaları önlemek amacıyla psikolojik destek, eğitimde fırsat eşitliği ve diğer sosyal hizmetlerin artırılması da öngörülür.

Türkiye’de Uygulama Deneyimi​

Türkiye, sözleşmeyi ilk onaylayan ülke olarak, başlangıçta hızlı ve pozitif adımlar attı. Bu süreçte 6284 sayılı kanunun çıkarılması, kolluk kuvvetleri ve yargı mensuplarına yönelik eğitim programlarının başlatılması, sığınma evlerinin sayısının artırılması gibi girişimler dikkat çekti. Ancak zamanla çeşitli sorunlar ve eleştiriler de gün yüzüne çıktı.

Resmî Kurumların Rolü​

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı başta olmak üzere, İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı, İstanbul Sözleşmesi kapsamındaki politikaların uygulanmasından sorumlu kurumlardır. Kanun uygulama süreçlerinde, şiddet vakalarını kayıt altına alma, koruyucu ve önleyici tedbir kararı çıkarma, failin uzaklaştırılması veya mağdurun sığınma evine yerleştirilmesi gibi mekanizmalar devreye girer. Fakat uygulamadaki temel aksaklıklar arasında, yargı süreçlerindeki uzunluk ve kanun hükümlerinin etkililiği konusunda yaşanan tartışmalar bulunur.

Sivil Toplum Kuruluşları ve Medyanın Katkısı​

Kadın dernekleri, vakıflar ve platformlar, sözleşmenin yaygınlaştırılmasında ve uygulanmasında önemli bir rol oynar. Medya ise hem pozitif hem de negatif etkiler yaratabilecek bir güçtür. Bazı medya organları, kadın cinayetleri ve şiddet haberlerini görünür kılarak toplumsal farkındalığı artırırken, bazı organlar ise kadını geleneksel roller içinde tanımlayan söylemlerle sözleşmeye karşı negatif algı oluşmasına yol açabilir. Bu ikilem, İstanbul Sözleşmesi’nin topluma benimsetilmesi sürecinde belirleyici etkenlerden biridir.

Eğitim ve Farkındalık Çalışmaları​

Türkiye’de kamu kurumları ve sivil toplum örgütleri, zaman zaman kadına yönelik şiddetin önlenmesi için eğitim ve farkındalık projeleri düzenlemiştir. Okullarda toplumsal cinsiyet eşitliği temelli müfredatın genişletilmesi, kolluk kuvvetlerinin mağdur yaklaşımı konusundaki eğitimlerinin artırılması, sağlık personelinin şiddet mağdurlarını tanıma ve yönlendirme süreçlerine ilişkin farkındalık kazanması gibi çalışmalar yürütülmüştür. Ancak bu çalışmaların yaygınlığı ve sürdürülebilirliği sürekli tartışma konusu olmuştur.

İptal Süreci ve Tartışmalar​

Türkiye, 20 Mart 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Kararı ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğini resmen duyurdu. Bu karar, ülke içinde ve uluslararası arenada geniş yankı uyandırdı. Kararın gerekçesi, sözleşmenin bazı maddelerinin aile yapısıyla uyuşmadığı ve toplumsal değerlerle çeliştiği yönündeki iddialara dayandırılmıştır. Fakat bu gerekçeler, kadın hakları savunucuları tarafından ikna edici bulunmamış, hatta sözleşmenin uygulanmaması halinde kadınların daha büyük risk altına gireceği savunulmuştur.

Çekilme Kararına İlişkin Görüşler​

Kamuoyunda ve akademik çevrelerde, çekilme kararının anayasaya uygunluğu, uluslararası hukuktaki yeri ve Türkiye’nin kadın hakları politikalarına etkisi konusunda farklı değerlendirmeler ortaya çıkmıştır. Bazıları, İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesinin, Türkiye’nin uluslararası saygınlığına zarar vereceğini ve kadınların koruma mekanizmalarını zayıflatacağını ileri sürerken, bazı kesimler ise sözleşmenin kültürel değerlere uygun olmadığını ve aile yapısını tehdit ettiğini öne sürmüştür. Bu tartışma, toplumsal ve hukuki boyutlarıyla geniş bir yelpazede devam etmektedir.

Anayasal ve Hukuki Boyut​

İstanbul Sözleşmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından onaylanarak iç hukukun parçası olmuş uluslararası bir metindir. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı Kararı ile çekilmenin, anayasaya ve ilgili yasal prosedürlere aykırı olup olmadığı noktasında büyük bir tartışma yaşanmıştır. Bazı uzmanlar, TBMM kararı olmadan bu tür bir uluslararası sözleşmeden çıkılmasının mümkün olmadığını savunurken, diğerleri yürütmenin uluslararası sözleşmelerden çekilme yetkisine sahip olduğunu ileri sürmüştür. Danıştay’da açılan davalar, bu hukuki ihtilafın yargı boyutunu oluşturur.

Toplumsal ve Siyasal Gündeme Etkisi​

Kararın siyasi etkileri, kadın hareketleri başta olmak üzere geniş kitlelerin protestolarıyla karşılanmıştır. İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde düzenlenen gösterilerde, kadınlar ve çeşitli hak savunucusu gruplar, sözleşmenin yeniden yürürlüğe girmesi taleplerini dillendirmiştir. Ayrıca, siyasi partilerin ve milletvekillerinin açıklamaları da bu konunun ısrarla gündemde tutulacağını göstermiştir. Kamuoyunun bir bölümü ise sözleşmeyi bilfiil okumuş veya etraflıca incelemiş olmamasına rağmen, çekilme kararını “kültürel savunma” yaklaşımı çerçevesinde onaylamıştır.

Kadın Hareketlerinin Tepkisi​

Kadın hareketleri, sözleşmeden çekilme kararını, devletin kadını şiddete karşı koruma yükümlülüğünden vazgeçmesi olarak nitelendirmiştir. Bu hareketler, sözleşmenin uygulanmaması durumunda kadın cinayetleri ve şiddet vakalarının artacağından endişe duymaktadır. Yapılan açıklamalarda, İstanbul Sözleşmesi’nin sadece hukuki bir metin değil, aynı zamanda şiddetle mücadelede güçlü bir uluslararası dayanışma mekanizması olduğu vurgulanmıştır.

İptal Kararının Kadın Hakları Hukukuna Etkisi​

Karar sonrasında, özellikle kadın hakları hukuku alanında çeşitli endişeler ve sorular ortaya çıkmıştır. Bu endişelerin başında, Türkiye’nin mevcut iç hukuk normlarının şiddetle mücadele konusunda yeterli olup olmayacağı gelmektedir. Bazı hukukçular, 6284 sayılı Kanun’un varlığının yeterli bir güvence olduğunu öne sürerken, diğerleri İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası mekanizmaların denetim ve raporlama gücüne dikkat çekerek, bu koruyucu çerçevenin zayıflatılmasının sakıncalarını gündeme getirir.

6284 Sayılı Kanun ve Uygulaması​

6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”, Türkiye’de kadına yönelik şiddet vakalarında önemli yasal dayanaklardan biridir. Bu kanun, kolluk kuvvetlerinin hızlıca uzaklaştırma kararı alabilmesine ve mağdurun korunmasına dair çeşitli tedbirlerin uygulanmasına olanak tanır. Ancak İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin, bu kanunun içeriğini doğrudan etkilememesine rağmen, uygulama motivasyonunu ve denetim mekanizmalarını zayıflatabileceği ileri sürülmektedir. Sözleşmenin uluslararası bir çerçeve sunması, devletin yükümlülüklerini güçlendirici bir etki yaratıyordu. Çekilme kararının ardından, bu uluslararası baskı mekanizmasının zayıflayacağı kaygısı dile getirilmektedir.

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikaları​

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılması, toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının geleceği hakkında önemli soru işaretleri doğurmuştur. Bazı gözlemciler, sözleşmenin kültürel ya da geleneksel değerlerle uyuşmadığı söyleminin, devlet politikalarında cinsiyet eşitliği hedefinin gerilemesine yol açabileceğini düşünmektedir. Diğer yandan, çekilmenin toplumsal cinsiyet eşitliği alanında yeni düzenlemelerin yapılmasını engellemeyeceğini, hatta farklı sivil toplum girişimleri sayesinde bu alanda yeni açılımlar olabileceğini savunan kesimler de vardır.

Hukuki Tutarlılık ve Uluslararası İtibar​

Çekilme kararı, Türkiye’nin uluslararası hukukta sözleşmeler konusundaki yaklaşımına ilişkin güvenilirliğini de tartışmaya açmıştır. Daha önce onaylanan ve yürürlüğe giren bir sözleşmeden tek taraflı olarak çıkmak, diğer ülkelerin gözünde istikrarsız bir izlenim bırakabilir. Uluslararası arenada kadın hakları alanında atılan reform adımlarının devamlılığı şüpheye düşer ve bu durum, farklı insan hakları mekanizmalarıyla ilişkileri de etkileyebilir. Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği gibi kuruluşların, Türkiye ile ilişkilerinde bu çekilme kararını nasıl yorumladığı, gelecekte Türkiye’nin bu alanlardaki müzakerelerini şekillendirebilir.

Eleştiriler ve Yanlış Yorumlar​

İstanbul Sözleşmesi hakkındaki eleştiriler, büyük ölçüde metnin “toplumsal cinsiyet” kavramına atıfta bulunmasından kaynaklanır. Bazı kesimler, sözleşmenin “cinsiyet kimliği” ve “cinsel yönelim” konularını koruma altına alarak geleneksel aile yapısını zayıflattığını iddia eder. Bu noktada, metnin gerçekte neler söylediğiyle ilgili bilgi eksikliği ve yanlış yorumlar gündeme gelir.

Metnin Kapsamı ve Sınırlılıkları​

Sözleşme, herhangi bir cinsel yönelim veya cinsiyet kimliği söylemini doğrudan empoze etmez. Metinde esas vurgulanan husus, kadına yönelik şiddetin toplumsal cinsiyet kaynaklı bir ayrımcılık olduğu ve bu ayrımcılığın ortadan kaldırılmasının gerekli olduğudur. Sözleşme, şiddeti önlemede devletin rolünü güçlendirmeyi, mağdurun haklarını korumayı ve faile etkili yaptırımlar uygulanmasını teşvik eder. Bu çerçevenin ötesinde, sözleşmenin aile kurumunu dağıtmak, evlilik yapısını yok saymak gibi bir amacı veya hükmü yoktur.

Dinî ve Kültürel Gerekçeler​

Türkiye’de sözleşmeye karşı çıkan bazı gruplar, kadına yönelik şiddetle mücadeleye itiraz etmemekle birlikte, sözleşmenin kültür ve inançla uyumlu olmadığını savunur. Ancak İstanbul Sözleşmesi’nin temel yaklaşımı, kadına yönelik şiddetin hiçbir din, kültür ya da geleneğe dayandırılamayacağı yönündedir. Bu nedenle, sözleşme metnindeki hükümler, aksine “kültürel ya da dinî normların şiddeti meşrulaştıramayacağı” ilkesine dayanır. Bu ilke, uluslararası insan hakları hukukunun da temel gerekleri arasındadır.

Uluslararası Tepkiler​

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, başta Avrupa Konseyi olmak üzere birçok uluslararası kuruluş ve devlet tarafından eleştirilmiştir. Avrupa Parlamentosu, Birleşmiş Milletler ve çeşitli insan hakları örgütleri, bu kararın gözden geçirilmesi çağrısında bulunmuştur. Ayrıca, diğer ülkelerin Türkiye’deki kadın hakları savunucularıyla dayanışma içinde olduklarını gösteren açıklamalar da yapılmıştır.

Avrupa Konseyi ve GREVIO’nun Açıklamaları​

GREVIO, Türkiye’nin çekilme kararının ardından yayınladığı açıklamalarda, sözleşmenin temel amacının kadına yönelik şiddeti önlemek ve mağdurların korunmasını sağlamak olduğunu hatırlatmış; bu amacın evrensel bir insan hakları gerekliliği olduğuna vurgu yapmıştır. Avrupa Konseyi yetkilileri de Türkiye’nin çekilme kararına karşı duydukları üzüntüyü dile getirerek, sözleşmeden ayrılmanın kadınlara yönelik şiddetle mücadeleyi zayıflatacağı endişesini paylaşmışlardır.

Diğer Ülkelerin Yaklaşımları​

İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olan bazı ülkelerde de sözleşmenin metni üzerine tartışmalar yaşanmıştır. Özellikle Doğu Avrupa ülkelerinden bazıları, metnin toplumsal cinsiyet kavramıyla ilgili maddelerine rezerv koymak veya sözleşmeden çekilmeyi değerlendirmek üzerine kamuoyu tartışmaları yapmıştır. Ancak Türkiye, resmen çekilen ilk ülke konumuna gelmiştir. Bu durum, diğer ülkelerdeki tartışmalara da hız kazandırmış ve “İstanbul Sözleşmesi’nin geleceği” uluslararası bir gündem haline dönüşmüştür.

Tablo: Bazı Ülkelerin Katılım Durumu​

ÜlkeDurum
Türkiye2012’de Onayladı, 2021’de Çekildi
FransaOnayladı ve Yürürlükte
PolonyaOnayladı, Ancak Tartışmalar Devam Ediyor
Macaristanİmzalamış, Onay Süreci Askıda

Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede İptal Sonrası Durum​

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının ardından kadın örgütleri, siyasetçiler ve hukukçular, alternatif mekanizmaların ve yeni politikaların gerekliliğini dile getirmeye başlamıştır. Bu çerçevede, ulusal yasaların güçlendirilmesi, denetim mekanizmalarının iyileştirilmesi ve sivil toplum desteğinin artırılması gibi konular gündeme gelir.

Mevcut Yasal Düzenlemeler​

Türkiye’de kadına yönelik şiddet konusunda temel düzenleme, 6284 sayılı Kanun’dur. Ayrıca, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) ilgili maddeleri kapsamında, şiddet suçu, cinsel saldırı, cinsel taciz, kasten yaralama gibi eylemlerin cezalandırılmasına dair hükümlere yer verilir. Ancak uygulamada, cezasızlık olgusuna ilişkin eleştiriler sık sık gündeme gelir. Mahkemelerde alınan iyi hal, haksız tahrik indirimleri ve delil yetersizliği gerekçeleriyle verilen beraat kararları, kadın hakları savunucularının yoğun itiraz ettiği konuların başında gelir.

Destek Hizmetlerinin Yeterliliği​

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bünyesindeki Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM) ile sığınma evlerinin sayısı, kadına yönelik şiddetle mücadelede önemli bir altyapı oluşturur. Bununla birlikte, bu hizmetlerin standartlarının ve kapasitesinin bölgeler arası farklılık gösterdiği, bazı bölgelerde yetersiz kaldığı bildirilmektedir. Belediyelerin de kadına yönelik şiddet alanında sorumlulukları olmasına rağmen, finansal kaynak yetersizliği ve personel eğitimi gibi faktörler hizmet kalitesini etkiler.

Sivil Toplumun Rolü ve Kampanyalar​

Kadın hakları alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları, çekilme sonrası dönemde “Sözleşmeyi Uygula” kampanyalarını sürdürmekte ve alternatif hukuki ve toplumsal çözümler önermektedir. Bu kuruluşlar, şiddetin sadece hukuki yaptırımlarla önlenemeyeceği, aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitliğini hedefleyen kapsamlı bir eğitim reformuna ve zihniyet dönüşümüne ihtiyaç duyulduğunu vurgular. Ayrıca, bazı barolar ve kadın hakları komisyonları, çekilme kararının yargısal denetimi için Danıştay’a açılan davalarda aktif rol oynamıştır.

Olası Gelecek Senaryoları ve Çözüm Önerileri​

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının kadın hakları ve genel olarak insan hakları politikaları üzerindeki etkileri uzun vadede değerlendirilmeye devam edecektir. Bu süreçte birçok senaryo ve çözüm önerisi gündeme gelmektedir.

Ulusal Yasal Reformlar​

Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmiş olsa da, kadına yönelik şiddetle mücadelede ulusal mevzuatı güçlendirebilecek adımlar atabilir. 6284 sayılı Kanun’un uygulamasını iyileştirme, ceza adalet sisteminde fail odaklı programların yaygınlaştırılması, mağdur destek mekanizmalarının genişletilmesi ve özellikle cinsel şiddet birimlerinin artırılması gibi reformlar, sözleşme olmaksızın da yapılabilecek düzenlemeler arasındadır.

Eğitim ve Kültürel Dönüşüm​

Kadına yönelik şiddetin en önemli nedenlerinden biri olan toplumsal cinsiyet eşitsizliği, sadece hukuki düzenlemelerle ortadan kaldırılamaz. Bu nedenle, eğitim müfredatında cinsiyet eşitliği temelli içeriklerin yer alması, öğretmenlerin ve idarecilerin bu konuda bilinçlendirilmesi, medya organlarının kadını aşağılayıcı veya nesneleştirici yayınına yönelik denetimin artırılması gibi adımlar büyük önem taşır. Kültürel dönüşümü sağlamayı amaçlayan uzun vadeli politikalar, sözleşme tartışmalarından bağımsız olarak da benimsenebilir.

Yeni Uluslararası Mekanizmalar ve İşbirlikleri​

Türkiye, kadına yönelik şiddetle mücadelede farklı uluslararası işbirliği mekanizmalarını hayata geçirebilir. Birleşmiş Milletler kapsamında oluşturulan çeşitli programlar veya bölgesel örgütlerle ortak projeler, kadın hakları alanında stratejik ilerlemeler sağlayabilir. Avrupa Konseyi dışındaki diğer insan hakları mekanizmalarıyla da daha etkili temaslar kurarak, evrensel standartları uygulamak ve denetim süreçlerinde şeffaflığı artırmak mümkündür.

Yargı Bağımsızlığı ve Sorumluluk​

Kadına yönelik şiddetle mücadele, etkin bir yargı bağımsızlığını gerektirir. Hakimlerin ve savcıların şiddet vakaları konusundaki hassasiyetini artıracak eğitim programları ve mesleki standartlar, cezasızlık algısını azaltabilir. Ayrıca, yargı süreçlerinde mağdurun korunmasına yönelik uygulamaların titizlikle hayata geçirilmesi, faillerin tutukluluk ve cezalandırma süreçlerinde caydırıcı yaptırımların uygulanması, kadın hakları hukuku açısından büyük önem taşır.

Fail Odaklı Önleme Programları​

Bazı ülkelerde, aile içi şiddet uygulayan failin rehabilitasyonuna ve tekrar suç işleme riskinin azaltılmasına yönelik programlar geliştirilmiştir. Bu tür programlar, failin psikolojik destek almasını, öfke kontrolü eğitimi görmesini ve toplumsal cinsiyet bilincini geliştirmesini hedefler. Türkiye’de de bu tür yaklaşımların yaygınlaştırılması, şiddet döngüsünün kırılmasına katkı sunabilir.

Kararın Toplumsal Yansımaları​

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalığı artırıcı bir işlev de görmüştür. Çekilme sonrası dönemde, kamuoyunda ve sosyal medyada sözleşmenin içeriği ve önemi hakkında daha geniş tartışmalar gerçekleşmiştir. Bazı kesimler, “Sözleşmenin iptali ile ne değişti?” sorusunu sorarken, diğer kesimler “Sözleşmenin getirdiği mekanizmalar uygulanıyor muydu?” eleştirisinde bulunmuştur.

Protestolar ve Kampanyalar​

Çekilme kararının hemen ardından, kadın örgütlerinin düzenlediği yürüyüşler ve etkinlikler, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Bu eylemlerde, İstanbul Sözleşmesi’nin sadece bir metin değil, şiddete karşı küresel bir mücadele simgesi olduğu dile getirildi. Sosyal medya üzerinden de #İstanbulSözleşmesiYaşatır, #KadınCinayetleriPolitiktir gibi etiketlerle yürütülen kampanyalar, sözleşmenin önemine dikkat çekti. Bazı platformlar ise “Sözleşmeye geri dönülmesi” veya “Yeni bir sözleşme hazırlanması” gibi önerileri tartışmaya açtı.

Muhafazakâr Kesimlerdeki Yaklaşım​

Kararı destekleyen muhafazakâr kesimler, sözleşmenin “aileyi dağıtma riski” ve “cinsiyet kavramını genişletme tehlikesi” taşıdığı görüşündedir. Bu kesimlere göre, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı, geleneksel aile yapısına aykırı sonuçlar doğurabilir. Fakat bu yaklaşımı eleştirenler, sözleşmede aileyi dağıtan veya cinsiyetsizliği teşvik eden hiçbir maddenin bulunmadığını; bilakis şiddetin önlenmesiyle aile kurumunun daha sağlam bir zemine kavuşabileceğini savunur.

Medyanın Rolü​

Çekilme kararının ardından medya, özellikle kadın cinayetleri ve şiddet olaylarını daha yoğun biçimde gündeme taşımıştır. Bu durum, sözleşmenin savunucuları tarafından “sözleşme uygulanmış olsaydı, bu olaylar engellenebilir miydi?” sorusunun daha sık gündeme getirilmesini sağlamıştır. Diğer taraftan, sözleşme aleyhine yayın yapan bazı medya organları, İstanbul Sözleşmesi’nin toplumsal cinsiyet kimliği konusundaki bölümlerine vurgu yaparak çekilme kararını meşrulaştırma çabasına girmiştir.

Siyaset ve Partiler Arası Farklılıklar​

Sözleşmeden çekilme, Türkiye’deki siyasi partiler arasında da bir ayrışmaya neden olmuştur. İktidar partisi ve ona yakın bazı kesimler, çekilme kararının aileyi koruyucu bir hamle olduğunu ileri sürerken, muhalefet partileri ve bağımsız milletvekilleri bu kararı sert biçimde eleştirmiştir. Meclisteki kadın milletvekilleri arasında, partiler üstü bir dayanışma arzusu oluşsa da, politik tutum farklılıkları nedeniyle ortak bir tavır ortaya konması sınırlı düzeyde kalmıştır.

Kapsayıcı Bir Kadın Hakları Politikasına Doğru​

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, kadın hakları mücadelesi açısından bir gerileme olarak yorumlansa da, bu durum yeni arayışları ve işbirliklerini de tetiklemiştir. Bu yeni dönemde, kanunların uygulanması ve toplumun eğitilmesi konularına odaklanan kapsamlı çalışmaların yapılması gündeme gelmiştir.

Toplum Temelli Yaklaşımlar​

Kadına yönelik şiddetle mücadelede, sadece kurumsal mekanizmaların değil, aynı zamanda mahalle, aile ve sosyal çevredeki “toplumsal dayanışma” ağlarının önemi vurgulanır. Pek çok kadın, yakın çevresinden veya akrabalarından destek alamadığı takdirde şiddet döngüsünden çıkmakta zorlanır. Bu nedenle, yerel yönetimlerin ve sivil toplum kuruluşlarının mahalle bazlı bilinçlendirme çalışmaları, şiddeti önlemede etkili olabilir.

Erkeklerin Sorumluluğu​

Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında, erkeklerin de aktif rol alması gerektiği giderek daha fazla dile getirilen bir konudur. Erkek gruplarına ve gençlere yönelik atölye çalışmaları, farkındalık programları ve “pozitif rol model” uygulamaları, şiddet kültürünün dönüştürülmesi için önemli adımlar olarak görülür. İstanbul Sözleşmesi’nin öngördüğü önleyici politikalar arasında da yer alan bu yaklaşım, sözleşme olmaksızın da devlet politikalarına entegre edilebilir.

Sosyal Hizmet Uzmanlarının ve Psikologların Rolü​

Kadına yönelik şiddet vakalarıyla ilgilenen sosyal hizmet uzmanları, psikologlar ve rehberlik danışmanları, mağdurların koruma altına alınmasında ve rehabilitasyon sürecinde kritik öneme sahiptir. Bu meslek gruplarının yeterli sayıda istihdam edilmesi ve nitelikli eğitim alması, “ikinci mağduriyet” olarak adlandırılan olguyu azaltır. İptal süreci sonrası, özellikle bu uzmanların sahadaki uygulamalara nasıl dahil edilebileceği ve hangi kurumlar aracılığıyla daha etkin hizmet verilebileceği tartışılmaktadır.

Kurumlar Arası Koordinasyonun Önemi​

Kadına yönelik şiddetle mücadele, birden fazla kurum ve birimin bir arada çalışmasını gerektirir. Bu alanda, bakanlıklar, yerel yönetimler, yargı organları, kolluk güçleri, sivil toplum kuruluşları ve medya arasındaki koordinasyon hayati önem taşır. İstanbul Sözleşmesi, bu koordinasyonu sağlamaya yönelik çeşitli hükümler içermiştir. Sözleşmeden çekilme, kurumsal işbirliğinin devam ettirilmesinde zorluklar yaratabilecek olsa da, mevcut yasal düzenlemeler ve idari mekanizmalar çerçevesinde bu işbirliğinin korunması mümkündür.

Veri Toplama ve İstatistiklerin Kullanımı​

İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet istatistiklerinin düzenli biçimde toplanmasını ve analiz edilmesini öngörür. Bu veriler, politika yapıcılar için büyük önem taşır. Hangi bölgelerde şiddet vakalarının yoğunlaştığı, hangi tür şiddetin daha yaygın olduğu ve mağdurların hangi hizmetlere ihtiyaç duyduğu gibi bilgiler, etkili politikaların geliştirilmesine ışık tutar. Türkiye’de veri toplama süreçlerinde standardizasyon eksikliği bulunduğu için, şiddetin gerçek boyutlarını tespit etmek her zaman kolay olmamıştır. Kurumsal koordinasyon sayesinde bu sorunlar aşılabilir ve etkin veri tabanları oluşturulabilir.

Teknolojik Araçlar ve İnovasyon​

Modern teknolojiler, kadına yönelik şiddetle mücadelede yeni imkânlar sunar. Mobil uygulamalar ve acil durum butonları, mağdurların hızlıca destek hattına ulaşmalarını ve kolluk güçlerine haber vermelerini kolaylaştırır. Elektronik kelepçe uygulaması, uzaklaştırma kararı bulunan faillerin takibini sağlayabilir. Bu tür teknolojik çözümler, sözleşmenin temel ilkeleriyle paralel biçimde, mağduru koruma ve şiddeti önleme noktasında önemli araçlar olarak görülür. Çekilme sonrası dönemde de bu teknolojik araçların kullanımının yaygınlaştırılması mümkündür.

Ekonomik Bağımsızlık ve Kadının Güçlenmesi​

Kadına yönelik şiddetin en önemli sebeplerinden biri olan ekonomik bağımlılık, mağdurun şiddet döngüsünden kopmasını zorlaştırır. Bu nedenle, kadının istihdam edilmesine yönelik politikalar, mikro krediler, girişimcilik destekleri ve mesleki eğitim programları, şiddetle mücadele açısından büyük öneme sahiptir. Ekonomik bağımsızlığını kazanan bir kadın, şiddet ortamını terk etme ve kendisine yeni bir hayat kurma konusunda daha fazla özgürlüğe sahip olur. Böylece, sözleşme kapsamındaki koruyucu önlemler toplumsal kalkınma politikalarıyla desteklenebilir.

Akademik Yaklaşımlar ve Araştırma İhtiyacı​

İstanbul Sözleşmesi ve iptal süreci, kadın hakları hukuku alanında akademik araştırmaları da canlandırmıştır. Hukuk, sosyoloji, psikoloji, siyaset bilimi gibi disiplinlerde çalışan akademisyenler, sözleşme ve çekilme kararının toplumsal yansımalarını analiz etme ihtiyacı duyar. Bu analizler, gelecekte atılacak adımların kanıta dayalı ve daha etkili olabilmesi için yol gösterici olabilir.

Disiplinler Arası İnceleme​

Kadına yönelik şiddet ve toplumsal cinsiyet eşitliği konuları, sadece hukuki değil, aynı zamanda sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve kültürel boyutlara sahiptir. Bu nedenle disiplinler arası araştırmalar, şiddetin nedenlerini ve sonuçlarını bütüncül bir şekilde anlamak için önemlidir. Üniversitelerde bu alana dair bilimsel çalışmaların artırılması, kamu politikalarının daha sağlam temellere dayanarak tasarlanmasına katkı sunar. İstanbul Sözleşmesi üzerine yapılan değerlendirmeler, aynı zamanda farklı ülkelerin deneyimlerine ilişkin mukayeseli hukuk ve toplumsal incelemeleri de beraberinde getirir.

Veri Paylaşımı ve Açık Kaynaklar​

Kadın hakları alanında çalışan araştırmacılar, resmi kurumlar ve sivil toplum kuruluşlarının topladığı verileri inceleyerek daha kapsamlı raporlar oluşturabilir. Açık kaynaklı veri tabanları, kadına yönelik şiddetin bölgesel ve demografik dağılımını ortaya koymak için değerli bir kaynaktır. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı sonrasında, devlet kurumlarının veri paylaşım politikaları ve sivil toplumla işbirliği konusundaki tutumu önem kazanmıştır. Şeffaf veri paylaşımı, sorunun büyüklüğünü anlamak ve politika önerileri geliştirmek için kritik önemdedir.

Uluslararası Konferanslar ve İşbirlikleri​

Akademik çevreler, İstanbul Sözleşmesi ve kadına yönelik şiddetle mücadele konularını uluslararası sempozyumlar ve konferanslar aracılığıyla gündeme getirir. Bu tür platformlar, farklı ülkelerden uzmanların deneyimlerini paylaşmalarına imkan tanır. Böylece, sözleşmeden çekilen ilk ülke olan Türkiye’nin deneyimi, diğer ülkeler için hem bir uyarı hem de bir inceleme konusu olarak değerlendirilebilir. Akademik işbirlikleri, ortak yayınlar ve projeler, sözleşmenin geleceği ve olası alternatifleri hakkında yeni fikirlerin oluşmasına katkıda bulunur.

Kadın Hakları Hukuku Açısından Değerlendirme​

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, kadın hakları hukukunun geleceğini ve uluslararası insan hakları mekanizmalarıyla olan ilişkileri yeniden düşünmeyi gerektirmiştir. Bu iptal süreci, hukuksal normların siyasetten bağımsız olmadığını bir kez daha göstermiştir. Kadın hakları gibi temel insan haklarının korunması ise salt hukuki metinlere değil, aynı zamanda uygulamanın iradesine ve toplumsal desteğe bağlıdır.

Kazanımlar ve Zorluklar​

İstanbul Sözleşmesi, Türkiye için birçok açıdan kazanım sağlamış ve kadına yönelik şiddet kavramına dair toplumsal farkındalığı yükseltmiştir. Uygulamada yaşanan zorluklara rağmen, kamu kurumları ve sivil toplum kuruluşları arasında bir işbirliği kültürü gelişmiştir. Çekilme kararı, bu işbirliğine zarar verme potansiyeli taşısa da, kadın hareketinin direnci ve toplumsal farkındalık düzeyinin artması, bu süreci farklı bir boyuta taşımıştır. Kadın hakları örgütlerinin ve bazı siyasi partilerin çabalarıyla, sözleşmede yer alan ilkelerin büyük kısmı hala savunulmaktadır.

Yeni Dönem Stratejileri​

Karar sonrası dönemde, kadın hakları hukuku alanında çalışanlar, İstanbul Sözleşmesi’nin korunması ve yeniden yürürlüğe sokulması kadar, iç hukukun ve politikaların güçlendirilmesi konularını da gündeme taşımıştır. Yargı reformu, kolluk kuvvetlerinin eğitimi, sivil toplumla kurumsal ortaklıklar, veri tabanlarının geliştirilmesi ve fail odaklı önleme programları gibi alanlarda yeni stratejiler oluşturulması hedeflenir. Ayrıca, uluslararası arenada Türkiye’nin kadın hakları karnesine dair raporların hazırlanması, sözleşmenin iptali kararının etkilerini görünür kılmayı amaçlamaktadır.

Hukuk Politikalarının Geleceği​

Çekilme kararının hukuki ve siyasi açılardan tartışılmaya devam etmesi, Türkiye’de hukuk politikalarının nasıl şekilleneceğini de etkileyecektir. İç hukuktaki düzenlemelerin uluslararası standartlarla uyumu, gelecekteki insan hakları reformlarının merkezinde yer alabilir. Sözleşmenin iptali, hukuki bir geri adım olarak değerlendirildiği kadar, ulusal düzeyde daha kapsamlı reformların yapılması için de bir katalizör işlevi görebilir. Bu durum, hem hukuki hem de toplumsal bir sınav anlamı taşır.

Uluslararası Gündem ve Dayanışma​

İstanbul Sözleşmesi’nin iptali, küresel kadın hareketi içinde de geniş yankı uyandırdı. Birçok ülkede, Türkiye’deki kadın hakları savunucuları ile dayanışma kampanyaları düzenlendi. Bu kampanyalar, kadına yönelik şiddetle mücadelenin ulusal sınırları aşan bir konu olduğunu bir kez daha gösterir. Kadın hakları hukukunun evrenselliği, İstanbul Sözleşmesi gibi bölgesel metinlerle daha somut hale gelirken, bu metinlerin uygulanması ve sürdürülmesi de uluslararası dayanışmayı gerekli kılar.

Neden İptal Edilmiştir?​

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine ilişkin resmi gerekçeler arasında, sözleşme metninde yer alan toplumsal cinsiyet kavramının aile yapısına zarar verdiği ve bazı maddelerin kültürel değerlere uygun olmadığı iddiaları bulunur. Bunların yanı sıra, sözleşmenin LGBT+ bireyleri koruması nedeniyle aile kurumunu tehdit ettiği şeklindeki yanlış yorumlar da çeşitli kesimlerde yaygındır. Hükümet kanadından yapılan açıklamalar, sözleşmenin toplumsal ahlâk ve geleneklere uygun düşmediği savını öne çıkarmıştır.

Sosyal ve Siyasi Dinamikler​

Çekilme kararına giden süreç, daha geniş bir siyasi ve toplumsal bağlamın parçası olarak değerlendirilebilir. Muhafazakâr tabanın isteklerine yanıt verildiği, bazı dini grupların ve aile yapısını savunan platformların baskısının etkili olduğu yönünde değerlendirmeler mevcuttur. Ayrıca, sözleşmeye dair eleştirilerin yoğunlaştığı dönemde, aile politikaları ve toplumsal cinsiyet rolleri üzerine kamuoyu tartışmalarının kızışması, siyasi iradeyi bu yönde bir karar almaya yöneltmiş olabilir.

Metnin Yorumlanmasındaki Farklılıklar​

Sözleşmenin “toplumsal cinsiyet” kavramına yaptığı vurgu, bazı çevrelerde, geleneksel cinsiyet rollerinin reddi veya belirsizleştirilmesi şeklinde yorumlanmıştır. Bu yorum, metnin esas amacı olan kadına yönelik şiddetle mücadele ve ayrımcılık yasağı ilkesinin göz ardı edilmesine yol açmıştır. Uluslararası hukuk uzmanları ise sözleşmenin, toplumsal cinsiyeti eşitlik temelinde ele aldığını ve aile kurumunun korunmasına engel olmadığına dair görüşler bildirmiştir.

İç Siyasal Hesaplar ve Seçmen Desteği​

Siyasal iktidar, toplumun muhafazakâr kanadından gelen eleştirilere duyarsız kalmamak adına, sözleşmeden çekilerek tabanın memnuniyetini sağlamayı hedeflemiş olabilir. Bu perspektiften bakıldığında, çekilme kararı, siyasi pazarlıkların ve seçmen desteği arayışının bir sonucu olarak da okunabilir. Ancak bu yaklaşım, kadın hakları ve uluslararası itibar açısından büyük bir maliyet doğurmuştur.

Değerlendirme​

İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetin önlenmesi, mağdurların korunması ve faillerin etkili biçimde cezalandırılması adına önemli hükümler içeren, uluslararası bir referans metnidir. Türkiye’nin bu sözleşmeden çekilmesi, hukuki ve toplumsal düzeyde geniş kapsamlı etkiler yaratmıştır. Kararın meşruiyeti, anayasallığı ve kadın hakları üzerindeki yansımaları halen tartışma konusudur. Aynı zamanda, çekilme sonrası dönemde kadın cinayetlerinde ve şiddet vakalarında herhangi bir azalma olmadığı, buna karşılık kadın hakları mücadelesinde toplumsal farkındalığın arttığı gözlemlenmiştir.

Devletlerin uluslararası insan hakları metinlerine bağlı kalması, kadınların şiddetten korunması ve toplumda eşit haklara sahip olması bakımından büyük önem taşır. İstanbul Sözleşmesi’nin iptali, sadece hukuki bir metnin terk edilmesi değil, aynı zamanda kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği konularındaki politikalara dair önemli bir siyasal irade beyanıdır. Buna rağmen, kadınların korunması ve şiddetsiz bir toplum hedefine ulaşılması, sadece uluslararası metinlere imza atmaktan ibaret değildir. Bu süreçte, etkin uygulama, kamu kurumları ve sivil toplum arasındaki işbirliği, eğitimin yaygınlaştırılması, ekonomik ve sosyal politikaların eşgüdümü gibi çok boyutlu çabalar zorunludur. Ayrıca, kadın hakları aktivistleri ve akademisyenler, iptal kararının geri çekilmesi ve sözleşmenin yeniden yürürlüğe konulması için çabalarını sürdürmektedir.

Tüm bu dinamikler değerlendirildiğinde, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, Türkiye’nin kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği meselesini nasıl ele aldığını ve bu alandaki uluslararası standartlara uyum iradesini derinden etkilemiştir. Karar, aynı zamanda uluslararası camiada da yankı bulmuş ve insan hakları örgütlerinin Türkiye’ye yönelik eleştirilerini yoğunlaştırmıştır. Bundan sonraki dönemde, hukuki düzenlemelerin ve uygulamaların İstanbul Sözleşmesi’nin çizdiği çerçeveyi ne ölçüde koruyacağı, kadınların haklarının güvencesi açısından kritik bir konu olmaya devam edecektir.
 
Son düzenleme:

Trend içerik

Üyeler çevrimiçi

Şu anda çevrimiçi üye yok.
Geri
Tepe